Sadece 10 günlük olan bu programda zaman oldukça kısıtlı ve hafta içi tüm günleriniz saat aksam 5-6’ya kadar ders ve uygulamalarla geçtiği için gezmek için sadece aksam saatleriyle haftasonu kalıyor.
Derslerle ilgili izlenimlerimi sona bıraktım, en az bu kadar detay içerecek sekilde öğrendiklerimi anlatmaya çalışacağım. Ama önce daha evvelki birinci ve ikinci yazımda aktardığım gibi turistik izlenimler ile kültürel ve düşünsel alt yapıyı kurayım, bunlarin Toyota Üretim Sistemi ile olan iliskisini açıklığa kavuşturayım ki sonrasında derslerde anlatılanları aktarmaya yüzüm olsun.
Dediğim gibi vakit dar olunca ve ben de gezmeye ve gurmelige biraz meraklı olunca biraz kesenin ağzını açıp geleneksel tatları ve mekanları görmek için Japonya’nin birbirinden oldukça uzak iki kentini sadece iki günde gezmek durumunda kaldım. Biraz az uyudum, biraz fazla yoruldum ama değdi. Bu iki kentin biri Tokyo digeri ise Kyoto. Otobüsle bu iki kentin arası 6,5 saat. Git gel yapip oradan tekrardan kaldığım yere dönmeye kalkışmak toplamda 17 saatimi alacağından ben de Japonya’nın hızlı treni olan Shinkansen‘i tercih ettim. Türkiye’deki Yurt İçi bir uçuş kadar pahalı olan Shinkansen biletlerine biraz fazla para bayıldım; ama bu deneyim için değer.
Bu adamlar gerçekten ana yurdu demir ağlarla örmüş. Tokyo ile Kyoto arası 6 saatinizi alacak 290 millik bir yol. Ama Shinkansen ile bu you sadece 2 saat 10 dakika gibi bir sürede geçtim. Tren gerçekten uçuyor. Dediğim gibi biraz pahalı ama zamana riayet etmek açısından üzerine yok. 2 saat 10 dakika ise gerçekten öyle. Hangi durakta hangi saatte ne kadar kalacağı nasıl planlandıysa öyle gerçekleşiyor. Zaman çizelgesine uyum muazzam mertebede. Burada en dikkatimi çeken konu herkesin zaman planına uygun şekilde yaşıyor olması. Eğer o tren 6:13’te kalkacaksa başka hiçbir kuvvet o treni ne bekletebilir ne de rotar yaptırabilir. TCDD’de verilen 1 dakika çözünürlüğünde ama hiçbir zaman gerçekleşmeyen zaman taahhütlerini düşününce insanın yüzünde bir tebessüm beliriyor ister istemez.
Ortalama her 15 dakikada bir Tokyo-Kyoto hattından Shinkansen kalkıyor. Adamlar şehirlerarası yolculuğu bizdeki banliyo mantığında yürütüyor. İster numaralı ister numarasız vagona gidin, her 15 dakikada bir Shinkansen mevcut. Her 15 dakikada bir Ankara’dan İstanbul’a YHT (Yüksek Hızlı Tren) seferi olduğunu bi hayal etsenize.Hem de iki şehrin arasının sadece 2 saat olduğunu düşünün. Kim İstanbul’un keşmekeşinde yaşamak ister, hanginiz Tren yerine uçağı tercih eder?
Ama bu hattı kurmak, evet biliyorum pahalı; ancak ciddi bir yönetsel beceri ve ulusal bir bilincin ürünü. Her 15 dakikada sefer yapan bir toplu taşıma aracını feasible olarak çalıştırmak ve bunu halkın hizmetine sunmak gerçekten muazzam bir yönetsel beceri. 1950’lerde bu kararı alan ve bunu sürdüren hükümetlerin hepsini tebrik etmek gerekiyor. 50 yılda toplamda inşa edilen hat uzunluğu 2400 kilometreyi aşmış. İktidar gelen öncekinin yaptığına tukaka deyip bırakmak yerine ulusal vizyon doğrultusunda hareket etmeyi başarmış. İşte alın size Hoshin Kanri!
500 milyar yenlik bir ekonomik işgücü verimliliği kaybını ortadan kaldırmak ve 15000 tonluk karbon salımına engel olmak ancak yine aynı İnsana Saygı ve Sürekli Gelişim mantığında temellenen Toyota Way ile açıklanabilir. Bizdeki ilerlemenin hızı ve tek boyutlu bakış açısı düşünülerek yapılan fizibilite çalışmaları yüzünden, sadece harcanan paralara bakıp herhangi bir projenin gerçekleştirileyeceği üzerine konuşmakla geçiyor zamanımız. Kimse “bu projenin üretkenliğe katkısı ne olur; çevreye faydası, insanlığa getirisi bize uzun vadede ne getirir”i düşünmeyip sadece işletme maliyetlerine odaklandığından Türkiye’de birçok proje geç kalınmış bir hayal olarak kalıyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası yokolma noktasına gelmiş bu toplumun kazandığı ivme ile kendimizi karşılaştırınca ister istemez imreniyorum. Ulusal bir hayal ve bilinç ile gerçekleştirilen projeler bizde Komunistlik olarak lanse edilirken, onlarda müreffeh toplumun temellerini atan sağlam adımlar olarak karşımıza çıkıyor. Biz herşeye siyah-beyaz bakıyoruz. “Devlet o işe el atacak” deyince, “komunist miyiz ne gerek var?”; “özel sektör bu işe girişecek” deyince de “aman dikkat! Kanımızı emerler bunlara iş verilmez” söylemleriyle bir arpa boyu yol alamıyoruz. Bizim “safsata Mudamız” çok fazla çok!
Neyse benim yine çenem düştü. Bu kadar siyaset bünyeye zararlı ama; demiryolu hadisesi ile devam edeceğim. Bırakın şehirlerarası tren ağını Tokyo’daki Demiryolu ağını görseniz dibiniz düşer. Nagoya için söylediklerimin 10 katını burası için söylüyorum. O kadar karmaşık ki yolumu bile bulmakta buraya ilk kez gelen biri olarak güçlük çektim. Hatlar oldukça pratik inşa edilmiş. Bazıları metro; metro olmayanlar ise asfalt yolları engellemeyecek şekilde şehrin üzerinden giden demiryolları. Görsellik elbette ki hat safhada. Bu sefer biraz daha ilginci ilk iki fotoğrafta gördüğünüz gibi metro hatlarında kullanılan görsel renkler ile yürüyen merdivenlerdeki bant renklerinin aynı olması. Hata yapmanız gerçekten güç. Benim zorlanmam ise acemilik ve yabancılığımdan… İstasyonların olduğu bölgeler ise gerçek bir yaşam ve cazibe merkezi. Metro veya trenden indikten sonra o durakta saatlerinizi harcayabilecek kadar çok işyeri var. Bizim İstanbul’da yeni yeni başlayan oldukça takdir ettiğim metro içi Kiosk hadiselerinin üst boyuttaki hali.
Bu kadar çok hem de 3-5 dakikada bir profil yenileyen insan kitlesini alışveriş için cezbetmeyi düşünmemek aptallık olurdu. Akış süresinin bu kadar kısa olduğu bir ortamda paranın çevrim zamanını bir düşünün. İşte Değer akışı, işte Değer tanımı üzerinden hizmeti konumlayacak bakış açısı.
“Yalın Danışman’ın hiç Avrupa’daki metrolardan haberi yok, Japonya onların eline su dökemez” diyenler için 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nın buradaki bir insanlık dramı ile bittiğini hatırlatırım. 1945’ten sonra yoktan toplum var etmek, az laf çok iş bilincini atasözlerinde bırakmayıp uygulamaya geçebilmek, safstalardan kurtulup iş yapma bilincine erişmek ve bunu yaparken insana, insanlığa ve doğaya duyarlı olarak sürekli gelişebilmek. Herşeyi bu temel ile ilişkilendirebilmek… BÜYÜK İŞ
Daha çok yolumuz var.
Sevgiler
CY