Bir hayalim daha o bahsettiğim köprüden karşıya suya düşmeden geçmiş oldu. Dün itibari ile Japonya’nın Nagoya kentine inerek Japonya’yı turlamaya başladım. Sizlere söz verdiğim gibi bol fotoğraf az yazı ile izlenimlerimi aktaracağım. Ama henüz tam olarak bi yerleri gezmiş sayılmam ancak Nagoya Havalimanından kaldığım yere gelene kadar görüp deneyimlediklerim bile birkaç yazı konusu olacak kadar ufuk açan ve heyecan uyandıran cinsten. Dolayısıyla bu sefer daha az fotoğraf daha çok yazı görmek zorunda kalacaksınız, ilerleyen günlerde ise sizleri tabiri caizse fotoğrafa boğacağım.
Havalimanına ilk adım attığım anda karşılaştığım manzara, yürüyen merdivenlerdeki semboller ve benzeri birçok görsel öğe sizin hata yapmanızı adeta imkansız hale getirmesi. Bu görsel öğeler öyle akıllıca hazırlanmış ki insanlar ister istemez gösterildiği şekilde davranıp, çizgilerin dışında hareket edemeyecek şekilde yaşamlarını sürdürmek zorunda kalıyor. “Bal dök yala” kıvamındaki kaymak gibi asfalt üzerindeki işaretlerin yol göstericiliği sayesinde yolda bırakın kazayı; o kazaya meydan verecek hareketi yapmak bile oldukça güç. Poka Yoke hayatın her yerine bizzat yansımış. Şehirler görsel yönetilir hale gelmiş. Görsel yönetimin bu kadar etkin kullanıldığı başka bir yer olduğunu sanmıyorum. Şehir böyle olunca fabrikalar da en azından buna yakın oluyor.
Yaklaşık 40 saattir Japonya’nın Nagoya kentine oldukça yakın bir belde olan Joshui’deki AOTS yurdunda hayatımı sürdürüyorum. Burası oldukça sakin ve sessiz bir ortama sahip gibi görünse de Josui’ye 3 tren istasyonu uzaktaki Toyota-Shi’de arabalar vızır vızır gidiyor. Vızır vızır dediğime bakmayın; o lafın gelişi… 40 saat içerisinde bir kere bile korna sesi duymadım. Kornayı geçtim gürültülü bir motor sesi dahi duymadım. Neden? diye soracaksınız Arabaların çoğu hibrit, ve adamlar hız limitlerine uygun trafikte ilerledikleri için çoğu zaman devredeki elektrik motorunun sessizliği ile başbaşa kalıyorsunuz. Asfalt da dümdüz olunca takır tukur sesler duymak dahi imkansız. Kendimi bir ara öyle bir kaptırdım ki bir an kendimi Midtown Madness adlı bilgisayar oyununda (oynayanlar bilir) yürüyen bir yaya gibi hissettim.
Buralarda Akdeniz delikanlılığını, asabi taksi şöförlerini, her dakika duymanızın olası olduğu yeşil yandıktan birkaç milisaniye sonra işittiğiniz korna seslerini, şerit değiştiren Schumacher müsvettelerini falan aradı bi an gözlerim; ama hüsrana kapılıp bu “atraksiyonsuz” kentte yürümeye devam ettim. Kurallar bizdeki gibi stres unsuru ve çiğnenmek için yaratılmış nesneler olarak görülmüyor; tam tersine hayatı kolaylaştırıp uyum sağlandığında stres azaltıcı bir anitdepresan görevi görüyor. Kriz değil, fırsat yaratıyor. Biz ise bir sürü kriz yaratıp peşindeki fırsatı bile kovalamıyıp, “deli”kanlılığımızı sürdürmeye devam ediyoruz.
“Adam uçaktan indiği gibi gezmiş, utanmamış bi de yazmış; jetlag bile geçirmez mi insan?” diye kafasında soru işareti olanlar için söyleyeyim, upuzuuun bu uçak yolculuğunda o kadar sıkılıp bunalıyorsunuz ki, 7 saat ileri gitmenize rağmen jetlag geçirmiyorsunuz. Ben fosur fosur uyudum o ayrı… 🙂 40 saatte bu kadar malzemeyi nereden çıkardım diye sorarsanız; bu anlattıklarımı yurt odasında wireless ağ olmadığından bir LAN dönüştürücü aramak için yola çıktığımda gördüklerimle yazdım sadece. Haftasonunu şimdiden iple çekiyorum. Dilim şişecek kesin.
;
“Biz de Japonları teknolojik sanıyorduk; adamlarda yer gök wireless olmalı” diyenler benim gibi yanılıyorlar; ilginç bir şekilde Japonlar bir G-8 ülkesi olmalarına rağmen masraf yapıp da bir wireless modem almamışlar (alamamışlar değil); teknolojiyi gerektiği kadar kullanan bu adamlarda müsriflik pek yok. 3M’e (Muda, Muri, Mura) karşı savaş hayatın her yerinde. Araçlar küçük, motor hacimleri çok çok küçük, tasarruf bilinci ise çok çok büyük.
Uzun lafın kısası, (bu yazı çok fotoğraflı bir yazı olmasa da) 40 saatte gördüklerim bile, aslında herhangi bir “şey”i yaşamadan, anlamadan, hissetmeden, uygulamadan (Genchi Gembutsu yapmadan) bu işi bir kültür, bir yönetim tarzı, şirketi kurtaracak bir can simidi olarak görmek imkansız, can simidine sarılmadan önce için ruh üfleyip o simidi şişirmek lazım. Bu da işi takip edecek nefesi kuvvetli yöneticilere ve Yalın Değişim liderlerine düşüyor.
Sevgiler
CY